Ç: Anneee gel, bak resmim nasıl olmuş?
A:Çok güzel olmuş canım.
Ç:Anne mavi boyamı bulamıyorum, gökyüzü yapacağım.
A:Al bakalım burada.
Ç:Anne ama kırmızıyı da bulamadım.
A:Bak orda yatağın kenarında.
Ç:Annee pastel boya yapmayacağım, sulu boya yapsam?
A:Tamam sen sulu boyanı çıkar ben su getireyim.
Ç:Anne ördek yapmama yardım eder misin?
Bu çok
tanıdık gelen sahnedeki gibi, çocukların ilgi ihtiyacı ve yetişkinin dikkatini
çekme çabaları doğaldır. Dikkat çekme çabası, sürekli bir hale geldiğinde
problem yaratır ve baş edilemez bir hal alabilir. Çocuklar, ilgiye olan
ihtiyaçlarını çoğunlukla olumsuz davranışlar sergileyerek ifade ederler. Zaman
zaman anne babalar bu bitmeyen ilgi ihtiyacı karşısında kendilerini çaresiz
hissedebilir ve öfkeye kapılabilirler. Peki ilgi ihtiyacının ne kadarı
normaldir? Ne kadar ilgi sağlıklıdır? Bu soruları yanıtlamak için, bir çocuğun
en erken dönemlerinden başlayarak doğanın çizdiği yol haritasına bakmak iyi olabilir.
Anne-baba olmak
Anne-baba olmak insan hayatında
yaşanan köklü değişimlerden biridir ve her değişim gibi kaygı yaratması
doğaldır. İnsanlar, anne- baba olduktan sonra hayatları değişir ve kendilerine
muhtaç bir varlıkla baş başa kalırlar. Ona iyi bir gelecek sunmak yükü
omuzlarına binmişken, bunu en iyi şekilde yapmak için de çok çaba harcarlar. Anne baba çocuk ilişkisi, yoğun duygularla
dolu olduğu için hata yapmak kaçınılmazdır,
fakat bu hatalar yapılan doğru şeylerle telafi
edilir. Anne babalar, bu anlamda öneri ve değişimlere açık olmalıyken, iç
seslerine de güvenmeyi unutmamalıdırlar.
Bir bebek anne karnındayken, annesiyle iç içe bir ilişki halindedir.
Fiziksel olarak ondan beslenir ve onun tüm duygularını da hisseder. “Tek
bedende iki kişi olmak” tabiri bu yoğun bağı adlandırmak için oldukça sık
kullanılır. Sonra doğum gerçekleşir ve
aynı bedeni paylaşma süreci biter, fakat hala yeni doğan bebek, anneye tam bağımlı
haldedir ve hayatta kalmak için yetişkin bakımına muhtaçtır. Donald W.Winnicott’ın
“birincil annelik tasası” ve Andre
Green’in “annelik deliliği” olarak
adlandırdıkları bu durum, hamilelikle başlayan ve doğumu takip eden ilk
haftalarda annenin bebeğiyle olan yoğun iletişimi ve aşırı duyarlı olma
halidir. Sanki anne ve bebek aynı hissederler. Yeni doğan bebek, ihtiyaçlarının
anında doyurulması deneyimini arar, yani acıkır ve anne onu emzirir, ağlar ve
anne hemen belirir, sesiyle dokunuşuyla bebeğini sakinleştirir, altı kirlendirdiğinde
anne hemen bebeğin altını değiştirir. Yeni doğum yapan annenin duygu durumu da
bu anında ihtiyaç gidermeyi mümkün kılmaktadır.
Bu ilk yoğun iletişim güvenli
bağlanmanın temelidir ve bebeğin sağlıklı bir benlik geliştirmesine imkan
sağlar.
Bir süre sonra bu “birincil annelik
tasasının” yerini yine Winnicott’un “yeterince
iyi annelik” kavramına bırakması beklenir. “Yeterince iyi annelik” kusursuz
ebeveyn olmak değil, çocuğun ihtiyacı olan temel bakımı ve yeterli ruhsal
desteği verebilmektir. Yani bebeğin ihtiyaçlarının artık anlık ve kusursuz
biçimde giderilmesi değil, yeteri kadar giderilmesi gerekir. Bebek artık dayanabileceği
kadar beklemeler, ertelemeler yaşar, çünkü anne yavaş yavaş, kendine, diğer
çocuklarına, eşine, evine, işine dönmeye
başlar. Bu ayrışma gereklidir ve bebeğin büyümesinin, bağımsızlaşmasının da
temelidir.
Çocuk büyüyordur; emmeyi bırakır, dişleri çıkar, katı gıdaya geçer, yürür, konuşur,
kendi kendine oynamaya, kıyafetlerini kendi giyinmeye başlar ve bu beceri
listesi uzar gider… Tabii eğer ebeveynler bu bağımsızlaşmaya izin verip teşvik
edebilirlerse.
Nasıl bir çocuk?
Anne babalara çocuğunuz için isteyeceğiniz ilk üç şey ne olurdu diye
sorulduğunda sağlık, mutluluk listede mutlaka yer alırken üçüncü dilek başarı,
özgüven, bağımsızlık vs. şeklinde değişebilmektedir. Bu üçüncü dileğin de
temelinde kendi ayakları üzerinde durabilme, kendine yetebilme arzusunun
olduğunu hemen fark ederiz.
Anne babalar çocuklarının kendi ayakları üzerinde durabilen bireyler
olabilmelerini çok önemserler peki bu nasıl mümkündür? Cevabı çok basit; onlara kendi ayakları
üzerinde durabilmeleri için izin vermekle…
Eğer düşer diye çocuğumuzu kucağımızdan indirmezsek yürümeyi öğrenemez, doğa
bize bebeğin dişleri çıkmaya başladığında yavaş yavaş emmeyi bırakması
gerektiğinin sinyalini verir, katı gıdaya geçişten sonra püre olarak yedirmeyi
bırakmazsak çiğnemeyi öğrenemez. Kendi yapabilecekleri şeyleri onların yerine
yaparsak öğrenemez ve büyüyemezler.
Gelişim sürecinde çocuğa verilen bakım ve ilginin, onun ihtiyacına göre değiştiğini ve kademeli
olarak azaldığını görüyoruz.
Bir çocuğun sağlıklı büyüyebilmek için sevgi ve ilgiye ihtiyacı vardır.
Dünyaya getirdiğiniz bir canlı için sevginin sınırı olamaz, peki ya ilginin?
İlgi ihtiyacının ne kadarı normaldir?
Bu sorunun cevabı sizde. İlgi ihtiyacının ne kadarını tolore
edebiliyorsunuz? Kural şudur,
çocuklar sizin onlara verebileceğiniz kadar ilgiyi talep ederler. İşin sırrı ise, çocuğunuzun istediği
ilgi ile sizin ona verebileceğiniz ilginin dengesini kurabilmekte.
Yazının başındaki sahnede anne: “Tatlım
biliyorum benimle resim yapmak istiyorsun, ama bu çamaşırları asmam gerek, sabırlı
olup beklersen, sen 10 dakika daha resmine devam ettikten sonra yanına
geleceğim ve birlikte zaman geçirebileceğiz” dediğinde ve sonrasında gerçekten
yanına gittiğinde, hem çocuğuna ihtiyacı olan ilgiyi alma fırsatı verir hem de
çocuğun öfkelenmesini önlemiş olur.
Peki
neden az veya fazla ilgi çocuğu daha iyi yapmaz?
Çünkü gereğinden az veya fazla ilgi
göstermek yanlış ve sağlıksız bir ilgidir.
Eğer çocuklarımıza ihtiyaçları olan ilgiyi vermezsek bu bize onların
olumsuz davranışları olarak dönecektir. Çocuğu olduğu gibi kabul etmek,
anlamak, dinlemek, duygularını anlamlandırmak, oyun oynamak, sohbet etmek ve
onun dünyasına girmek gibi hayati birkaç
dokunuşu yapmazsak, çocuklar bunlara olan ihtiyaçlarını farklı yöntemlerle talep
ederler. Olumsuz davranışlarla ilgi çekmeye çalışırlar ve bunu mutlaka
başarırlar, hatta bazen yetişkinleri aşırı zorlarlar. Olumsuz biçimde ilgi
çekmek, çocuklara sizi idare etmeyi ve kendi istediğini yapmayı öğretir. Sizi
bölerler, sözünüzü keserler, inatlaşırlar, öfkelenirler, ağlarlar vs…
Çocuğa yeterince ilgi göstermemek, ona öfkeli olmayı ve karşısındakini öfkelendirmeyi
öğretir. Aslında biz öğretiriz, çocuk
doğru davrandığında ve sorun çıkarmadığında ilgi göstermeyip, yanlış davranışlar
sergilediğinde dikkatimizi çekerlerse çocuklar buna devam edecektir.
Bir Pazar sabahı iki kardeş yaklaşık
40-45 dakika çizgi film izlediler, baba da bu sessizliği fırsat bilip
elektronik postalarını kontrol etti, anne kahvesini içti. Sonra çizgi film
bitince yeni izlenecek filmin seçiminde çocuklar çatışma yaşadılar ve baba
sinirlenip, televizyonu kapattı çocukları odalarına gönderdi. Anne- baba 40
dakika boyunca çocukların yanına hiç uğramadılar, onlara ne kadar sakin durdukları, ne kadar güzel anlaştıkları veya geçirdikleri
keyifli zamanla ilgili herhangi bir olumlu geri bildirimde bulunmadılar, ta ki
sorun çıkana kadar. Baba, sadece sorun çıktığı an çocuklara tam olarak
konsantre oldu ve olumsuz fakat çok yoğun bir ilgi gösterdi. Bazen sadece
olumsuz davranınca çok ilgi çekiyorlar, reklamın iyisi kötüsü olmadığı gibi ilginin de iyisi kötüsü olmuyor…
Çocuğa gereğinden fazla ilgi göstermek ise;
·
Çocuğa tek ve en
değerli olanın kendisi olduğunu.
·
Çaba göstermeden
de başarılı olabileceğini.
·
Her istediğinin
hemen olacağını.
·
Tüm hatalarının
üstünün kapatılacağını .
·
Etrafındakilerin
onun için çabalaması gerektiğini hissettirmektir.
Bir çocuğun her istediğini yapmak onun
çabasının önüne geçmektir.
Anne babalar günlük koşuşturma içinde yapabilecekleri
şeyleri çocukların yerine yaparak, zaman ayıramama kaygısıyla her istediklerini
hemen alarak, yaptıkları tüm hataları görmezden gelerek ve hep kendi
çocuklarının haklı olduğunu düşünerek yani kısacası, onlara aşırı korumacı davranarak çocuklarına a
kötülük ettiklerini fark etmelidirler. Çocukların olumsuzluklarla
yüzleşmelerine, hüznü yaşayıp anlamlandırmalarına, beklemeyi öğrenmelerine, istedikleri bir şey
için sabretmelerine, bir sorunla karşılaştıklarında çözüm üretmelerine imkan
vermek çok önemlidir.
Çocuklarına
yeterli zaman ayıramayan bazı ebeveynlerini, onlara sürekli oyuncak ve giysi
almaları, sürekli bir aktivite bulma çabaları, en ufak bir boşluk veya
yalnızlığa imkan vermemeleri çocukların hayal gücünü kısıtlar, üretmek bu
çocuklar için çok zor hale gelir. Destek ihtiyacı sürekli devam eder dolayısıyla
akademik hayatta da başarılı olmaları zorlaşır. Hiçbir boşluğa, olumsuzluğa,
sınıra tahammül edemeyen çocuklar gerçek hayatta kendilerini çaresiz ve güçsüz hissederler.
Çocukların en temel ruhsal ihtiyacı; onlara gerçekten zaman ayıran ebeveynlerdir,
gözüyle, kulağıyla, zihniyle orada olan, olumlu olumsuz tüm duygularını kabul
edip doğru şekilde ifade etmelerine olanak sağlayan yetişkinler…
Bir
alıntıyla özetlemek gerekirse, bir kuş kabuğunu kendi kırıp çıkabilir, fakat
eğer birisi ona yardım etmek için kabuğu onun yerine dışarıdan kırarsa kuşa
zarar verebilir… Yetişkinler de anne babalık serüveninde çocuklarını büyütürken,
kendi kabuklarını kırmaları için sabırlı olmalı ve bu yolda onlara sadece
rehberlik etmelidirler.
Bu yazı Anne Bebek Çocuk Dünyası dergisi Temmuz sayısında yayınlanmıştır.
No comments:
Post a Comment