Sunday, November 27, 2016

Bir Cumartesi, Bir Kitabevinde ...



You've Got Mail'i seyredenler kitapçı sahnesini iyi hatırlar. Köşedeki küçük dükkanın sahibi Kathleen Kelly (Meg Ryan) çocuklara bir hikaye okur ve çocuklar inanılmaz keyif alır, Kathleen de... Çocuklarım doğmamıştı henüz seyrettiğimde, işte hayalim demiştim... Bir kitapçı ve çocuklara hikayeler... Hayallerimden biri gerçek oldu, Dream2Edu'yu kurdum ve çocuklara içinde hikayelerin gezindiği atölyeler yapıyoruz. Kitapçı hayalim yok şu anda ama bir başkasının kitapçı hayalinde atölyelerimizi gerçekleştirme imkanı buluyoruz bu ay.

Tam da filmdeki, köşedeki dükkan gibi Minoa Bookstore da Beşiktaş Akaretler'de köşede bir kitabevi ve bu hayalimi anlattığımda, bize kapılarını açtılar. Biz de Aralık ayı için 2 güzel etkinliğe hazırlanıyoruz.

Dream2Edu Kitap Kulübü
Eğlenen Hikayeler

Kayıtları almaya başladık, siz de katılmak isterseniz çok seviniriz. 



Monday, November 7, 2016

Kitap, Cafe... Cafe, Kitap


Kitap, Cafe... Cafe, Kitap. Öyle büyülü bir yer işte...

Evet Minoa Cafe & Bookstore, Beşiktaş Akaretlerde bir süredir hizmet veren bir kitap dükkanı. Aslında bir kitap dükkanından daha fazlası... Kitaplara sevdalı herkesin gidip görmesi ve bu heyecanı yaşaması lazım. Öyle hayallerimin gerçeğe dönmüş hali gibi yani...



Bana sorarsanız kitabevi dışında 2 bölümden daha oluşuyor Minoa; süper bir cafe ve kütüphane. hafif atıştırmalıklardan, leziz yemeklere uzanan oldukça sağlam bir menüsü var. Fiyatlar öyle bir mekan için son derece makul. Kahvenizin yanına ev yapımı tadında kekler ve tatlılar, öğle yemeğine sıcacık bir çorba ya da salata, burgerler ... Tercih sizin...


Ayrıca cafe bölümünde dev duvar bir kütüphane, istediğiniz kitabı alıp okuyabiliyorsunuz. Yağmulu bir Kasım sabahı, işe gitmek yerine Minoa'ya sığınmak isterdim mesela. Öylece raftan bir kitap alıp, kahvemi yudumlayıp kısacık bir an çalmak yaşamdan...



Mino'nın kitabevi kısmı da oldukça zengin. Güzel bir çocuk kitapları bölümü var. Alt kata dik merdivenlerden inip harika bir çizgi roman bölgesine de ulaşıyorsunuz. Gizli saklı, ta dipte ama bulunca seviniyorsunuz.


Benim en kötü huylarımdan biri, bir yere takılıp sürekli oraya gitmeye meyl etmemdir. İki hafta önce üniversiteden arkadaşlarla toplandığımızda kahvemizi içtik Minoa'da, bugün eşimi götürdüm 'çok seveceksin' diyerek. Şimdi çocuklar kaldı 'Family Fun Day' tutturmacası oluştu kızımda, eee teklif onlardan gelince kaçırmamak lazım. Malum, büyüdükçe bizden uzaklaşacaklar. En kısa zamanda bir akşam yemeği yeriz belki. Unutmadan söylemeliyim Cuma akşamları Caz sevdalıları da uğrayabilir cafe'ye canlı müzik eşliğinde sohbet eminim çok keyifli olur.





Wednesday, October 12, 2016

Ekim'de Cumartesi Pazar

Yaz bitti, yağmurlar başladı... Hava serinliyor, kış kapıda ama en sevdiğim mevsim hep sonbahar. Yapraklar rengarenk, yaşam sıcak yazın rehavetinden kurtuldu ve hızlandı. Şehir de canlı. Hem çocuklarla, hem çocuksuz yapılacak inanılmaz güzel etkinlikler var.



26. Akbank Caz Festivali başladı. Ücretli, ücretsiz pek çok etkinlik, söyleşi ve tabii ki konser var. Bütçenize uygun, caz dolu bir kaç saat geçirmek için Akbank Sanat'ın web sayfasını inceleyebilirsiniz.




Akbank Sanat'ın çocuk etkinlikleri de başladı. Üstelik pek çoğu da son derece uygun fiyatlı. Yaratıcı Dans derslerinden, Sarkis 'Su İçinde Suluboya' atölyesine, plastik sanatlardan, yaratıcı yazma ve okumaya kadar çeşitli çocuk atölyelerinden birini veya bir kaç tanesini seçebilirsiniz. Birlikte bir şeyler yapalım diyorsanız, sizi de düşünmüşler. 'Ailece Mozaik' tam size göre. Ama acele edin, atölye fiyatları oldukça uygun olduğu ve 10-12 çocukla sınırlı olduğu için bilet kalmayabiliyor.

14-15-16 Ekim'de Kanyon'da her yer müzik. Bu yıl 4. gerçekleştirilecek olan etkinlik ücretsiz. Programı Kanyon'un sayfasından inceleyebilirsiniz.

Cemal Reşit Rey Konser Salonu'da yeni döneme hazır. Biz Kasım ve Aralık ayı için bile konserlerimizi seçtik. Ekim'de klasik müzikten, Türk Sanat Müziğine geniş bir yelpazede seçenek sunuyor bize.



Bugün Notre Dame de Sion'da Gülsin Onay piyano konseri var. Gülsin Onay piayano çalan bir orta okul öğrencisi iken AKM'de dinlediğim ilk piyanist olarak benim için çok önemli ama daha önce Akbank Sanat'ın edebiyat ve caz söyleşisine yer ayırttığım için gidemiyorum.



Ekim için benden bu kadar ama bitirmeden Kasım ayı başında gerçekleşecek Tekfen Filar-Mini'yi de ajandanıza almanızı öneririm. Tekfen Filarmoni Orkestrası, çocuklara klasik müziği sevdirmek amacıyla Kasım ayında küçükler için çalmaya hazırlanıyor. Konsere özel “Tekfen Filar-Mini” ismiyle çıkacak olan orkestra, şef Aziz Shokhakimov yönetiminde 6 Kasım Pazar günü Zorlu PSM Ana Tiyatro Sahnesi’nde çocuklarla buluşacak. Serra Yılmaz'ın anlatımıyla gerçekleşecek konserin çok keyifli olacağını düşünüyorum. Üstelik biletler sadece 10 TL ve Biletix'den temin edilebilir.

Şehrin Caz hali'ne bir katkı da Düşünce Dükkanı'ndan... Bol müzikli günler dilerim :)


Friday, September 9, 2016

Çocukların ilgiye ihtiyaçları var, peki ne kadar ilgiye?



Ç: Anneee gel, bak resmim nasıl olmuş?
A:Çok güzel olmuş canım.
Ç:Anne mavi boyamı bulamıyorum, gökyüzü yapacağım.
A:Al bakalım burada.
Ç:Anne ama kırmızıyı da bulamadım.
A:Bak orda yatağın kenarında.
Ç:Annee pastel boya yapmayacağım, sulu boya yapsam?
A:Tamam sen sulu boyanı çıkar ben su getireyim.
Ç:Anne ördek yapmama yardım eder misin?
           
Bu çok tanıdık gelen sahnedeki gibi, çocukların ilgi ihtiyacı ve yetişkinin dikkatini çekme çabaları doğaldır. Dikkat çekme çabası, sürekli bir hale geldiğinde problem yaratır ve baş edilemez bir hal alabilir. Çocuklar, ilgiye olan ihtiyaçlarını çoğunlukla olumsuz davranışlar sergileyerek ifade ederler. Zaman zaman anne babalar bu bitmeyen ilgi ihtiyacı karşısında kendilerini çaresiz hissedebilir ve öfkeye kapılabilirler. Peki ilgi ihtiyacının ne kadarı normaldir? Ne kadar ilgi sağlıklıdır? Bu soruları yanıtlamak için, bir çocuğun en erken dönemlerinden başlayarak doğanın çizdiği yol haritasına bakmak iyi olabilir.

Anne-baba  olmak
Anne-baba  olmak insan hayatında yaşanan köklü değişimlerden biridir ve her değişim gibi kaygı yaratması doğaldır. İnsanlar, anne- baba olduktan sonra hayatları değişir ve kendilerine muhtaç bir varlıkla baş başa kalırlar. Ona iyi bir gelecek sunmak yükü omuzlarına binmişken, bunu en iyi şekilde yapmak için de çok çaba harcarlar.  Anne baba çocuk ilişkisi, yoğun duygularla dolu olduğu için hata yapmak kaçınılmazdır, fakat bu hatalar yapılan doğru şeylerle telafi edilir. Anne babalar, bu anlamda öneri ve değişimlere açık olmalıyken, iç seslerine de güvenmeyi unutmamalıdırlar.

Bir bebek anne karnındayken, annesiyle iç içe bir ilişki halindedir. Fiziksel olarak ondan beslenir ve onun tüm duygularını da hisseder. “Tek bedende iki kişi olmak” tabiri bu yoğun bağı adlandırmak için oldukça sık kullanılır.  Sonra doğum gerçekleşir ve aynı bedeni paylaşma süreci biter, fakat hala yeni doğan bebek, anneye tam bağımlı haldedir ve hayatta kalmak için yetişkin bakımına muhtaçtır. Donald W.Winnicott’ın “birincil annelik tasası” ve Andre Green’in “annelik deliliği” olarak adlandırdıkları bu durum, hamilelikle başlayan ve doğumu takip eden ilk haftalarda annenin bebeğiyle olan yoğun iletişimi ve aşırı duyarlı olma halidir. Sanki anne ve bebek aynı hissederler. Yeni doğan bebek, ihtiyaçlarının anında doyurulması deneyimini arar, yani acıkır ve anne onu emzirir, ağlar ve anne hemen belirir, sesiyle dokunuşuyla bebeğini sakinleştirir, altı kirlendirdiğinde anne hemen bebeğin altını değiştirir. Yeni doğum yapan annenin duygu durumu da bu anında ihtiyaç gidermeyi mümkün kılmaktadır.  Bu ilk yoğun iletişim güvenli bağlanmanın temelidir ve bebeğin sağlıklı bir benlik geliştirmesine imkan sağlar.

Bir süre sonra bu “birincil annelik tasasının” yerini yine Winnicott’un “yeterince iyi annelik” kavramına bırakması beklenir. “Yeterince iyi annelik” kusursuz ebeveyn olmak değil, çocuğun ihtiyacı olan temel bakımı ve yeterli ruhsal desteği verebilmektir. Yani bebeğin ihtiyaçlarının artık anlık ve kusursuz biçimde giderilmesi değil, yeteri kadar giderilmesi gerekir. Bebek artık dayanabileceği kadar beklemeler, ertelemeler yaşar, çünkü anne yavaş yavaş, kendine, diğer çocuklarına, eşine, evine,  işine dönmeye başlar. Bu ayrışma gereklidir ve bebeğin büyümesinin, bağımsızlaşmasının da temelidir.
Çocuk büyüyordur; emmeyi bırakır, dişleri çıkar, katı gıdaya geçer, yürür, konuşur, kendi kendine oynamaya, kıyafetlerini kendi giyinmeye başlar ve bu beceri listesi uzar gider… Tabii eğer ebeveynler bu bağımsızlaşmaya izin verip teşvik edebilirlerse.

Nasıl bir çocuk?

Anne babalara çocuğunuz için isteyeceğiniz ilk üç şey ne olurdu diye sorulduğunda sağlık, mutluluk listede mutlaka yer alırken üçüncü dilek başarı, özgüven, bağımsızlık vs. şeklinde değişebilmektedir. Bu üçüncü dileğin de temelinde kendi ayakları üzerinde durabilme, kendine yetebilme arzusunun olduğunu hemen fark ederiz.
Anne babalar çocuklarının kendi ayakları üzerinde durabilen bireyler olabilmelerini çok önemserler peki bu nasıl mümkündür?  Cevabı çok basit; onlara kendi ayakları üzerinde durabilmeleri için izin vermekle… Eğer düşer diye çocuğumuzu kucağımızdan indirmezsek yürümeyi öğrenemez, doğa bize bebeğin dişleri çıkmaya başladığında yavaş yavaş emmeyi bırakması gerektiğinin sinyalini verir, katı gıdaya geçişten sonra püre olarak yedirmeyi bırakmazsak çiğnemeyi öğrenemez. Kendi yapabilecekleri şeyleri onların yerine yaparsak öğrenemez ve büyüyemezler.
Gelişim sürecinde çocuğa verilen bakım ve ilginin, onun ihtiyacına göre değiştiğini ve kademeli olarak azaldığını görüyoruz.

Bir çocuğun sağlıklı büyüyebilmek için sevgi ve ilgiye ihtiyacı vardır. Dünyaya getirdiğiniz bir canlı için sevginin sınırı olamaz, peki ya ilginin?

İlgi ihtiyacının ne kadarı normaldir?

Bu sorunun cevabı sizde. İlgi ihtiyacının ne kadarını tolore edebiliyorsunuz? Kural şudur, çocuklar sizin onlara verebileceğiniz kadar ilgiyi talep ederler. İşin sırrı ise, çocuğunuzun istediği ilgi ile sizin ona verebileceğiniz ilginin dengesini kurabilmekte.
Yazının başındaki sahnede  anne: “Tatlım biliyorum benimle resim yapmak istiyorsun, ama bu çamaşırları asmam gerek, sabırlı olup beklersen, sen 10 dakika daha resmine devam ettikten sonra yanına geleceğim ve birlikte zaman geçirebileceğiz” dediğinde ve sonrasında gerçekten yanına gittiğinde, hem çocuğuna ihtiyacı olan ilgiyi alma fırsatı verir hem de çocuğun öfkelenmesini önlemiş olur.

Peki neden az veya fazla ilgi çocuğu daha iyi yapmaz?
Çünkü gereğinden az veya fazla ilgi göstermek yanlış ve sağlıksız bir ilgidir.

Eğer çocuklarımıza ihtiyaçları olan ilgiyi vermezsek bu bize onların olumsuz davranışları olarak dönecektir. Çocuğu olduğu gibi kabul etmek, anlamak, dinlemek, duygularını anlamlandırmak, oyun oynamak, sohbet etmek ve onun dünyasına girmek gibi hayati birkaç dokunuşu yapmazsak, çocuklar bunlara olan ihtiyaçlarını farklı yöntemlerle talep ederler. Olumsuz davranışlarla ilgi çekmeye çalışırlar ve bunu mutlaka başarırlar, hatta bazen yetişkinleri aşırı zorlarlar. Olumsuz biçimde ilgi çekmek, çocuklara sizi idare etmeyi ve kendi istediğini yapmayı öğretir. Sizi bölerler, sözünüzü keserler, inatlaşırlar, öfkelenirler, ağlarlar vs…
Çocuğa yeterince ilgi göstermemek, ona öfkeli olmayı ve karşısındakini öfkelendirmeyi öğretir. Aslında biz öğretiriz, çocuk doğru davrandığında ve sorun çıkarmadığında ilgi göstermeyip, yanlış davranışlar sergilediğinde dikkatimizi çekerlerse çocuklar buna devam edecektir.  
Bir  Pazar sabahı iki kardeş yaklaşık 40-45 dakika çizgi film izlediler, baba da bu sessizliği fırsat bilip elektronik postalarını kontrol etti, anne kahvesini içti. Sonra çizgi film bitince yeni izlenecek filmin seçiminde çocuklar çatışma yaşadılar ve baba sinirlenip, televizyonu kapattı çocukları odalarına gönderdi. Anne- baba 40 dakika boyunca çocukların yanına hiç uğramadılar, onlara ne kadar sakin  durdukları, ne kadar güzel anlaştıkları veya geçirdikleri keyifli zamanla ilgili herhangi bir olumlu geri bildirimde bulunmadılar, ta ki sorun çıkana kadar. Baba, sadece sorun çıktığı an çocuklara tam olarak konsantre oldu ve olumsuz fakat çok yoğun bir ilgi gösterdi. Bazen sadece olumsuz davranınca çok ilgi çekiyorlar, reklamın iyisi kötüsü olmadığı gibi ilginin de iyisi kötüsü olmuyor

Çocuğa gereğinden fazla ilgi göstermek ise;

·       Çocuğa tek ve en değerli olanın kendisi olduğunu.
·       Çaba göstermeden de başarılı olabileceğini.
·       Her istediğinin hemen olacağını.
·       Tüm hatalarının üstünün kapatılacağını            .
·       Etrafındakilerin onun için çabalaması gerektiğini hissettirmektir.

Bir çocuğun her istediğini yapmak onun çabasının önüne geçmektir.

Anne babalar günlük koşuşturma içinde yapabilecekleri şeyleri çocukların yerine yaparak, zaman ayıramama kaygısıyla her istediklerini hemen alarak, yaptıkları tüm hataları görmezden gelerek ve hep kendi çocuklarının haklı olduğunu düşünerek yani kısacası, onlara aşırı korumacı davranarak çocuklarına a kötülük ettiklerini fark etmelidirler. Çocukların olumsuzluklarla yüzleşmelerine, hüznü yaşayıp anlamlandırmalarına,   beklemeyi öğrenmelerine, istedikleri bir şey için sabretmelerine, bir sorunla karşılaştıklarında çözüm üretmelerine imkan vermek çok önemlidir.

Çocuklarına yeterli zaman ayıramayan bazı ebeveynlerini, onlara sürekli oyuncak ve giysi almaları, sürekli bir aktivite bulma çabaları, en ufak bir boşluk veya yalnızlığa imkan vermemeleri çocukların hayal gücünü kısıtlar, üretmek bu çocuklar için çok zor hale gelir. Destek ihtiyacı sürekli devam eder dolayısıyla akademik hayatta da başarılı olmaları zorlaşır. Hiçbir boşluğa, olumsuzluğa, sınıra tahammül edemeyen çocuklar gerçek hayatta kendilerini çaresiz ve güçsüz hissederler.

Çocukların en temel ruhsal ihtiyacı; onlara gerçekten zaman ayıran ebeveynlerdir, gözüyle, kulağıyla, zihniyle orada olan, olumlu olumsuz tüm duygularını kabul edip doğru şekilde ifade etmelerine olanak sağlayan yetişkinler…
 
Bir alıntıyla özetlemek gerekirse, bir kuş kabuğunu kendi kırıp çıkabilir, fakat eğer birisi ona yardım etmek için kabuğu onun yerine dışarıdan kırarsa kuşa zarar verebilir… Yetişkinler de anne babalık serüveninde çocuklarını büyütürken, kendi kabuklarını kırmaları için sabırlı olmalı ve bu yolda onlara sadece rehberlik etmelidirler.  

Bu yazı Anne Bebek Çocuk Dünyası dergisi Temmuz sayısında yayınlanmıştır.

 Psikolog N.Dença NERSE





Friday, September 2, 2016

Eylül ve Ben



Eylül ayı hep yeni başlangıçlar çağrıştırır bana. Belki de hayatımın baştaki 6 yılı hariç, her yıl Eylül'de yeni bir seneye başladığım içindir...

Okul yaşamım olmuş, benim için vaz geçilmezlerimden.

Eylül denince de aklıma her yıl yeni bir serüvene başlayacağım fikri...

Eski öğrencilerimin sürpriz yaparak okula uğramaları, yenilerle tanışmak, yeni projelere başlamak, geçen yıldan farklı neler yapabilirim diye düşünmek beni genç tutuyor.

Neyse aslında bana Eylül çağrıştıran kitap, film, şarkılardan bahsetmek istiyorum bugün.

#1 Evita müzikali: Yıl 1989 Evita müzikalini bir Eylül günü Harbiye Açık Hava'da izledim ilk. Daha sonra da sanırım müzikal gösterimdeyken tüm Evita ve  Che'leri kaçırmadan izlemeye çalıştım. Nurseli İdiz, Ruhsar Öcal, Suat Arıkan, Kartal Kaan ve Aslı Omağ performanslarını hala unutamam.

#2 Eylül şarkıları çağrıştırır da aynı zamanda: Alpay'ın Eylül'de Gel şarkısı çocukluğumu, Temptetions'ın Papa was a Rollin Stone'u, Charles Aznavour'un Paris au Mois d'Aot'u, Earth Wind and Fire'ın September'ı daha sonraki yılları...

#3 Adalar: Eylül'de İstanbul'da özellikle de hafta içi adalara yapılacak bir günlük bir gezi içinizi ısıtır. Trendsetter'da yayınlanan yepyeni bir yazı tüm güzel anıları canlandırdı. Okumanızı tavsiye ederim.

#4 You've Got Mail: En sevdiğim filmlerden biri olan You've Got Mail, sonbaharda başlar...

#5 Maeve Binchy romanları: Yıllık planlar, programlar, yeni yıla uyum derken akşamları, rahat okunacak ama boş boş şeyler okuyorum suçluluğu hissettirmeyecek sımsıcak hikayeler

Eylül güzeldir işte, yeni başlangıçlar, dökülen sarı yapraklar, ağaçlarda kırmızıya dönen yapraklar... 

Saturday, July 9, 2016

Öğrenme Süreçlerinde Etkileşimin Etkili Aracı: Typeform






görsel: http://www.elisabethhubert.com/wp-content/uploads/2012/02/interaction-designers.png

Öğrenme süreçlerini tasarlarken, uygularken ve hatta uyguladıktan sonra öğrenme deneyimi son bulmaz, bilakis kazanımlarını elde etmeye devam eder. Etkili şekilde tasarlanmış öğretim programları ise bu başarıyı elde etmede kritik bir yol oynamaktadır.

Peki bir öğretim programını etkili hale getirmek için neler yapılmalıdır?

Öğretim programını tasarlarken her aşamanın birbiri ile bağlı olduğunu ve birbirine olumlu anlamda katkılar sağladığını göz önünde bulundurmalıyız.

Özellikle öğrencilerin ilgi, istek, beceri ve ön öğrenmelerinin farkında olmak bu tasarım sürecinin etkililiği konusunda önemli bir önkoşuldur.

Tasarım aşamasından sonra uygulama esnasında da bu verilere aynı hassasiyetle yaklaşılmalı ve öğrenme yolculuğunun canlı ve dinamik kalması için gerekli geribildirimlerin verilmesi ve biçimlendirici değerlendirmeden faydalanılması gerekmektedir.

Bunlar ilk bakıldığında yorucu ve zaman alıcı işler gibi görülse de bu kültürün ve pratikliğin oluşması sonrasında ortaya çıkacak kazanımları görmek buna değer olduğunu ispatlayan niteliktedir.

İşte bu esnada teknolojiden verimli şekilde fayda sağlamak bu süreci kolaylaştırmakta ve hızlandırmaktadır.

Eğitimciler olarak bu konuda şanslı olduğumuzu söylemek mümkün. Son yıllarda gelişen teknolojiler, eğitim alanında da birçok fırsat yaratmakta ve öğrenme süreçlerinin niteliğini artırıcı zengin olanaklar sunmaktadır. Biz eğitimcilere düşen ise bu imkanları doğru ve verimli şekilde analiz etmek ve de öğrenme süreçlerinin içerisine bilinçli olarak dahil etmektir.

TypeForm.com




Görsel: https://startupvictoria.com.au/assets/coupons/Typeform-Logo-e1b9fa19e1566a7ac99e45cf1e8c89a4.jpg

Mobil  uygulama olarak da kullanma olanağı sunan bu araç benzeri diğer araçlar gibi hızlı ve kolay bir şekilde veri toplama, geribildirim verme ve bilgi ölçme hizmetleri sunmaktadır. Burada önemli olan, öğrenme süreçlerini tasarlayan öğretmenin bu ve bunun gibi araçları sürece nasıl dahil edeceğini ve ne gibi veriler elde edeceğini iyi bir şekilde planlamasıdır.

Bu araç ile :

h     Hedef kitlenizi tanıyabilir
·      Bilgileri ölçebilir
·      Eğlendirebilir
·      Geribildirim verebilir
·      Anket yapabilir
·      Yarışma düzenleyebilir
·      Derslerinize zenginlik katabilirsiniz.

 Bu aracı diğerlerinden biraz daha farklı kılan kısmı ise:

·      Kolay arayüzü
·      Akıcı bir uygulama imkanı vermesi
·      Görsellerden faydalandırması
·      Çeşitli soru tipleri sağlaması
·      Hazır taslaklar sunması
·      Girdi analizi vermesi
·      Hızlı şekilde oluşturulması
·      Mobil uygulaması olması
·      Paylaşım kolaylığı
·      Kişiselleştirilebilir olması



Hangi aracı tercih ederseniz edin öğrenme süreçlerinizi biçimlendirici değerlendirme ve geribildirimlerle zenginleştirmeyi unutmayın. Teknoloji bir araç olarak sizin hedeflerinize hizmet etmeye devam eden bir hizmetkar olarak kalmaya devam edecektir.


TYPEFORM’u denemek ister misiniz?
Lütfen aşağıdaki linki tıklayınız



Dinçer Demir 
@dincherdemir

İlkokul , orta okul ve liseyi doğduğu şehir olan Bartın’da tamamladı. İlkokuldan sonra kazandığı Anadolu Lisesini başarı ile tamamlayan eğitimci, orta okul ve lise yıllarında spor ve tiyatro ile de ilgilendi. Liseden sonra kazandığı, Muğla Üniversitesi İngilizce Öğretmenliği bölümünü okurken farklı sivil toplum kuruluşlarından çeşitli eğitimler aldı ve verdi. Gerek yerel, gerek ulusal, gerekse de uluslararası eğitimlerde hem katılımcı hem de eğitmen olarak görev aldı.  Üniversiteden başarılı bir şekilde yüksek şeref öğrencisi olarak  mezun olduktan sonra,  uluslararası ve ulusal eğitimler almaya ve vermeye devam eden Dinçer Demir, aldığı eğitmen eğitimleri sayesinde , kendi tasarladığı eğitimleri vermeye devam etmekte. Özellikle eğiticilerin eğitimi konusunda çalışmalar yapan eğitimci, farklı alanlardaki deneyimlerini eğitimlerine yansıtmaktadır.
Katıldığı uluslar arası bazı konferanslarda da konuşmaları ve sunumları vardır. Sosyal Medya ve Eğitim, Sosyal Medya Aracılığı ile Etkinlik Yönetimi, İletişim , Proje yönetimi , Grup dinamikleri gibi eğitimleri veren Dinçer Demir, uzaktan eğitim ile de eğitimler ve sunumlar yapmaktadır.
Pearson Türkiye’nin “ Gelecek Nesil Öğretmen Eğitimi Projesi” kapsamında düzenlediği “ Pearson Master Trainers” eğitimini alarak “Certified Pearson Master Trainer” olmuştur.  EğitimTeknolojilerinin eğitime entegrasyonu ve Türkçeleştirilmiş Pearson içeriği olan 21.yy becerileri kazanımını kapsamaktadır.
Halen Bahçeşehir Üniversitesinde Eğitim Teknolojileri ( İngilizce ) alanında yüksek lisans eğitimine devam etmekte ve öğretmenlik mesleğini icra etmenin yanı sıra eğitimler de vermektedir.

Friday, July 8, 2016

Okumadan tasarlanır mı?



Şimdilerde 'Maker' moda, çocuklar kodlama bilmeli :) 'STEM' cool, çok revaçta... çocuklar tasarlayacak, mühendis olacak...STEM (yani fen, matematik mühendislik) güzel tabii, kim istemez mühendis çocuklar. Babaannem bile mühendis damat istemişti :) Fakat bir şey beni her zaman ki gibi rahatsız ediyor. Okumadan, analiz edemeden, edebiyat ve dil olmadan nasıl olacak? Bana sorarsanız aslında tüm bunlarla çocuk bir çarkın parçası olacak... Yani hala ilk başladığım yerdeyim ben, matematiğe falan gelmeden çocuklara okuma, okuduğunu anlama, kendini ifade edebilmeyi öğretebilmeliyiz. Yazmayı mesela... yani çocuk ben hayal edemem ki dememeli, hayal edemeyen çocuk ne tasarlayacak çok merak ediyorum...


Sınav sistemiyle eğittiğimiz çocuklarımız şıklar arasında karar vermeyi öğrenmeye çalışırken, yarış atı gibi antrenmanlara tabi tutulurken nasıl fark yaratacaklar? Zaten sosyal medya ve büyük şehirlerin tehlikeleri çocukları sokağa çıkmaktan alı koymakta, kazara yan yana geldiklerinde de selfie, snap chat çılgınlığı yaşanmakta. Hiç biri neden paylaştığını bilmeden, birbirine bakarak daha çok paylaşma yapmakta... YouTube demiyor mu ‘Paylaş Kendini’... Onlar da paylaşıyor... Gerçekten okuyan, analiz edebilen biri böyle bir çılgınlığın içine girer mi? Girse bile sorar ‘bunu paylaşmanın ne anlamı var? Bu bana nasıl zarar verir? Ne kazandırır?



Ne çok şey var düşünülecek, STEM’den nerelere geldim... İlk okullarda beni en çok üzen matematiğin en önemli ders olarak algılanması. Matematiği yoğun yapan sınıf öğretmenlerinin de o okulun en iyi öğretmeni olarak algılanması...
Okul seçimi yapmak başlı başına bir zanaat zaten, ama ben okutan, yazdıran, kitap okumayı sevdiren öğretmenin sınıfını tercih ederdim. Düşünebilen, okuduğunu anlayan bir çocuğun matematiği ve fen bilgisini anlamaması mümkün mü?

Biz her zaman sorgulamadan, yeni bir şey görünce denemek isteriz, bu da öyle. Şimdi bir de STEM eğitimleri başlayacak, kim yapacak, kim eğitecek? Okullar bu eğitimleri öğretmenlerine aldıracak... Biliyorum ki bunu yapabilecek, gerçekten uzmanlaşan eğitimcilerimiz var ama bir de ‘ben yaparım’ cesareti gösterenler olacak.

STEM ve Maker çok güzel hareketler tabii ama başlangıç noktasına dikkat etmek lazım. İstediğimiz ne? Düşünmeden bir çarkın dişlisi olmak mı, yoksa fark yaratacak bir oluşumu tasarlayabilmek mi? Peki okumadan, okuduğunu anlamadan tasarlanır mı?